26 Ağustos 2006

Erasmus ile İsveç Maceram - Yolculuk+Başlangıç

1 ay gibi uzunca bir aradan sonra sonunda bir girdi yapıyorum. Konu tabi ki malum: İsveç. Konu da İsveç bu kadar uzun bir süre yazmamanın nedeni de İsveç, öyle enteresan bir durum işte.

Aylar önce ilk soru ile karşılaştı bünyem: Gitsem mi, gitmesem mi? Sonra " dur bir şansımızı deneyelim" e dönüştü olay. İlk başlarda okulumuzun sadece Almanya`dan bir üniversite ile anlaşmış olduğunu görmemin de etkisiyle sorular "Bu kadarcık Almanca ile yapabilir miyim?" şekline büründü. Almanca hocasıyla konuşuldu, bu işin olmayacağı anlaşıldı derken tam yabancı dil yeterlilik sınavı formlarının teslim edileceği son gün İsveç`te İngilizce eğitim veren bir üniversite olduğu duyumu geldi ve hooop bütün planlar değişip her şey İsveç`e doğru yönlendi. Tabi bu sayede tüm vazgeçilen erasmus düşünceleri tekrar su yüzeyine çıkmış oldu. İngilizce sınavına girdik, sonra mülakat derken üniversite ile
yazışmalara kadar ilerledi işler. Ama benim aklımda hala aynı soru vardı: Gitsem mi, kalsam mı?

Daha sonra epey uğraştırdılar bizi, bir sürü belge doldur, ona buna imzalat, diğer üniversite ile yazış... Bir sürü ıvır zıvır. Ama en sonunda beklenen şey; üniversiteden kabul yazım geldi. Tabi benim aklımda yine tek bir soru vardı: Gitsem mi, kalsam mı?

Peki niye bu soru sürekli kafama takılıyordu, sonuçta her istediğinde eline geçmeyen bir fırsattı ve kazanımları büyüktü. Yabancı dilini geliştirmek, farklı bir kültürü tanımak, yeni yeni arkadaşlar edinmek, her daim sahip olduğum macera isteğimi doyurmak adına bulunmaz bir fırsattı. Ama KTU gibi bana 3 yıl kaybettiren bir boşluk vardı hayatımda ve Marmara Üniversitesi`ni kazandığımdan beri daha doğrusu İstanbul`a geldiğimden beri bu açığı kapatmak için uğraştım hep. Boş oturmamaya, birileri "hadi şunu yapıyoruz" dediğinde geri çevirmemeye, sürekli bir seylerle uğraşmaya çalıştım. Tam hayatımda birçok şeyi düzene oturtmuşken şimdi her şeyi bırakıp 5 ay gibi bir süre için de olsa yabancı bir yere gitmek bana hep zor geldi.

Sonuç olarak her şeye rağmen biletimi aldım ve 18.08.06 tarihinde erasmus macerama resmen başladım.

2 büyük bavul, spor çanta ve sırt çantasından oluşan devasa bagajımla birlikte ilk durak Sabiha Gökçen Havaalanına doğru yönlendik. Pegasus görevlilerinden biletimi alırken valizlerin tamıtamına 50kg gelmesiyle ufak bir şok yaşadım, malum yurtdışı için izin verilen azami ağırlık 20kg, bunu aştığınız anda kg başına 2YTL gibi bir ücret ödüyorsunuz. Biletimi aldıktan sonra başladı anlamsız bakışmalar ve suskunlukla dolu bekleme süreci. Ve sonunda beklenen anons geldi;PGT bilmem kaç sefer sayılı hede hodo ... Son ana kadar gayet sakin duran annem en son kontrolde gözyaşlarını tutamadı, bu sahneyi en son 3 yıl önce Ktü`ye son gidişimde yaşamıştım. Ancak bu sefer çok daha iyi bir amaçla ve çok daha güzel bir yere gittiğim için sanırım anneciğimin üzüntüsü çok uzun sürmemiştir.

Son kontrolden de geçip uçağa yönlendiğimde sanki hala olayın farkında değildim, taa ki uçak havalanıncaya ve tek başıma kaldığımı iyice idrak edene kadar. Bu arada uçuşum direk İsveç uçuşu değildi malesef ki, Antalya`ya gidiyordum o bakımdan.

Antalya`ya gece 9 itibarıyla iniyorum. Uçaktan çıkar çıkmaz şimdilerde hasret olduğum, nereye geldiğini sana direk söyleyen bir sıcak hava dalgası ve nem ile karşılaşıyorum. O kadar çok valizle yorucu uğraşlar sonucu iç hatlardan dış hatlara geçiyorum ve 9 saat nasıl geçer bu havaalanında diye düşünmeye başlıyorum. Sırt çantamda dizüstü makinem olduğu için bir kitap bile alamamanın üzüntüsü eşliğinde oturacak bir yer daha doğrusu kablosuz internetin olduğu bir yer arıyorum. Bu amaç doğrultusunda bir prize yakın bir şekilde bir kafeye oturuyorum. Tabi çabalar boşuna, hiçbir bağlantı yok etrafta. Tam "nasıl vakit geçecek şimdi" derken telefonum çalıyor bir kez, bir debakıyorum ki Chicik, aynı anda içimi büyük bir sevinç ve üzüntü kaplıyor. Sevincin nedeni malum, üzüntü de kontürümün olmadığını hatırlamamla alevleniyor. Tabi hemen ardından kredi kartıyla çalışan ankesörlü telefonlar aklıma geliyor ve direk aramaya başlıyorum. Neredeyse 10`a yakın makineden sonuç alamam gider ayak büyük bir hüzüne sevkediyor beni. Bu işten ümidimi kesip tekrar kabosuz bağlantı armaa çalışmalarına dönüyorum tabi bu sefer danışmayı kullanıyorum. Bana pasaport kontrolü geçtikten sonra duty free mağazaların olduğu yerde kablosuz baglantı olduğunu söylemesiyle direk pasaport kontrole gidiyorum ama gitmemin manasız olduğunu bilerek. Çünkü biletimi alabileceğim yerin 04.30da açılacağını biliyorum. Ama iyi ki de gitmişim, harika polisler ile tanıştım, tabi bu başka bir yazının konusu olacak. Bu arada internete kavuşamadım onu da belirtmiş olayım.

Sonunda sabah saat 7`yi vurduğunda İsveç-Malmö`ye doğru 4 saatlik yolculuğum başlıyor. Uçağa adım atmamla birlikte başlıyor sarışın akını, kadınlı erkekli ne kadar sarışın ve beyaz tenli insan bunlar yav. Ve artık hosteslerin konuşmaları hariç Türkçe tamamen kesiliyor. Gerçi uçaktaki tek Türk de olsam anonslar önce Türkçe sonra İngilizce yapılıyor :)

Yolculuk biraz sıkıntılı geçiyor, sağ olsunlar bana en ön koltuktan yer vermişler ancak uçakta sanki fazladan birkaç koltuk vardı. Oturduğum yer uçağa girdikten hemen sonraki ilk koltuktu ve malesef tuvalete gitmek isteyen yolcuların sürekli geçtiği koridor tarafında oturuyordum. Ne kadar çok tuvalete gittiler anlatamam, 5 dk uyuyamamışımdır ki gece boyu sadece 25 dk uyumuştum alanda. Bir de daha gelmeden iğrenç bir huylarını fark etmiş oldum, adamlar uçakta yalın ayak dolaşıp tuvalete de bu şekilde gidiyorlardı, hem de neredeyse istisnasız.

4 saatin ardından işte İsveç`teyim. Antalya`daki güneşli ve sıcak havadan eser yok, hava gayet serin ve yağmurlu, bense üstümde tişörtümleyim hala. Pasaport kontrolunde herkes akarak geçiyor tabi bana gelince sıra amca 3 dkye yakın inceliyor inceliyor inceliyor. Sonra da uzun bir valiz bekleme süreci başlıyor ki sormayın gitsin, bu kadar uzun beklememiştim hayatımda. Aksi gibi montum valizlerden birinde ve ufak ufak donmaya başladım. Artık hiç Türkçe yok herkesin her şeyin yabancı olduğu bir yerdeyim.

Valizlerimi zorla sığdırdığım araçla alanda dolanmaya başlıyorum. Otobüs tren kullanacağım için yanımdaki 1000 İsveç Kronunu bozdurduktan sonra tren istasyonuna giden otobüslerin nereden kalktığını öğrenmek için danışmaya gidiyorum ancak danışmadaki elemanin otobusun kalkmasına 4 saat olmasını söylemesi gelir gelmez ilk darbeyi vuruyor. Ancak şansım yaver gidiyor ve çok iyi genç bir çifte denk geliyorum. Kız klasik İsveçli, erkek arkadaşı ise Şili`den. Çok iyi insanlar, aynı istasyona gittiğimiz için birlikte taksi tutup muhabbet ede ede Malmö tren istasyona varıyoruz. Son durağım olan Kristianstad`a gitmek için gerekli bileti de almama yardımcı oluyorlar ve telefon numaralarını bırakıp trenlerine biniyorlar veda ederekten. Bu arada burda nüfus azlığından mıdır nedir tren biletlerini bile makineden aliyorsun. Ayrica hem trenlerin hem otobuslerin kalkış saatleri havaalanlarında olduğu gibi bir ekrandan takip ediliyor. 1.5 saatlik bir beklemenin ardından trenim geliyor, gayet modern ve güzel bir tren, valizlerimi zar zor atıyorum ve tam yazdıkları saatte 14.28`de yola çıkıyor. 1 saat 13 dklık yolculuğun ardından Kristianstad`a varıyorum. İner inmez şirin mi şirin bir bayan(aynı bizim Özge, bir ara fotoğrafını cekip yukleyecegim ) gelip "sen Mike mısın?" demesiyle benim gözümde bütün şirinliğini kaybediyor ancak kendime geldiğimde yanına gidip üniversiteden gelip gelmediğini soruyorum ve "evet ama erken gelmişin" demesiyle çok seviniyorum. Eşyaları bagaja atıyoruz ve yurda yönleniyoruz.

Yurtta beni insan azmani Yunanlı arkadaş Oddysea karşılıyor. Yurdun her yerini -bisiklet odası, mutfaklar, ortak banyolar, giris çıkış kapıları, posta kutuları, telefon, çamaşırhane- gezdirdikten sonra odama getiriyor ve ayrılıyor. İşte sonunda odamdayım.

Buraya kadar zaten oldukça uzun ve sıkıcı bir yazı oldu ancak bunu ilerde okuyup her anı hatırlamak için yaptım biraz da. Daha renkli ve bilgilendirici yazılarda görüşmek dileğiyle erasmus maceramın ilk bölümüne noktayı koyuyorum.

NOT: Daha sonraki yazılarımda fotoğraflar eşliğinde yazacağım ancak İeveç`te çektiğim fotograflara şimdiden bakmak isterseniz flickra bakabilirsiniz.

3 yorum:

volkan dedi ki...

Alla alla, cekinecek ne var?

Aslında pek beklemediğim bir yorumdu bu. Her şeyin detayını vermek daha çok olumsuz tepki alır sanıyordum ama şaşırttın beni valla.

Kayıp yıl konusunun arkasındayım, en az bir 2 yıl daha bunun muhabbetini ederim.5 ayı boş geçirmemek için elimden geleni yapacağım, umarım buna değer.

Sorular hala aynı şekilde kafamda, tabi artık "dönsem mi kalsam mı?" ya dönüştü :) Bu arada gelmemin tek nedeni sanırım sonraları "keşke gitseymişim" dememek içindi.

Dualarım sizinle, umarım piyango sizi bulur :D

volkan dedi ki...

Sana cikmadigina inan en az ben de senin kadar üzüldüm. Ama pes etmek yok, bir dahaki sefere geliyorsunuz inş

İnci Üsküplü dedi ki...

Sonunda kavuştuk yazılarına ve sana. Hakikaten ilk defa bu kadar detaylı bir yazı yazdığını görüyorum ama merak etme kimse uzun olduğu için kötü yorum yapmaz. Çünkü herkes senden birşeyler duymaya can atıyor. Bizi artık girdisiz bırakmazsın umarım.
Gitsem mi kalsam mı davasıan hiç bir şey söyleyemiyorum. Benim elime o şans verilmemiş ve büyük ihtimalde verilmeyecek olsada bugün ablamlada konuştuk ben kesinlikle yapamam oralarda. Seni bir kere daha gitme kararıı aldığın için takdir ettim.:)
Kayıp yıllar konusunda orum yapmaktan ben sıkıldım sen kim bilir dinlemekten ne kadar sıkılmışındır diye hiç açmıyorum bile. Bu 5 ayda senin için beklediğinden bile daha iyi geçicek merak etme.
Tseyn ben almayı unuttum ya:( Oralarda da bulamadım sinir oldum. Ama bu aralar üstümde karabir bulut dolandığı için çıkmayacağınada emindim:) Merak etme bir yolunu bulcaz (desemde kendimi bile kandırmadım)