Ntvmsnbc'de programın açıklaması ise şu şekilde =>
Ahmet Yeşiltepe’nin hazırlayıp sunduğu, “Zaman Yolcusu”, geçen yıl kaldığı yerden Anadolu’nun dört bir köşesine dağılmış antik yerleşmelerin siluetlerini ekrana taşımaya devam edcek, onların az bilinen ya da unutulmuş öykülerini binlerce yılı aşıp günümüze ulaştıracak. Yeşiltepe, bu yıl geçmişi Anadolu olan ve Türkiye coğrafyasının dışında kalan tarihi mekanları da gezip NTV izleyicisi ile paylaşacak. Anadolu’nun sahip olduğu kültür mirasına yalın, anlaşılır ifade ve görüntülerle bakan “Zaman Yolcusu”, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bir tarihin izlerini umulmadık mekanlarda sürmeye devam edecek. Zaman Yolcusu, her Cumartesi 21:00’da yayınlanacak
Her cumartesi saat 21'de yayınlandığı yazılmış ancak ben pazar 16:10'daki tekrarına denk geldim. Bu haftaki programda konu Kıbrıs'tı ve tahmin ettiğim üzere 99'da katıldığım rehber eşliğindeki turdan çok daha fazlası vardı Kıbrıs'ta.
Aklımda kalanlardan en çarpıcı olanı ve anlatması en basit olanı 'bakır' kelimesinin yabancı dilde karşılığı olan 'copper' in Kıbrıs'ın yabancı dildeki karşılığı olan 'Cyprus'u çağrıştıran bir kelime olmasının bir tesadüf değil; aksine Kıbrıs'ın tarihi boyunca ihraç ettiği bakırdan gelmesiydi. Öyle ki, 2500 yıl boyunca etkinliğini korumuş bir bakır madeni ve devamında ihraç edilmek üzere gemilere yüklemek için kullanılan ve sahile kadar uzanan raylı bir sistemi bugün bile görmek mümkün.
Bakır kelimesinin hikayesini dinledikten sonra daha önce duyduğumu hatırladım ancak Kıbrıs'taki ''Salamis'' yerleşiminin bizim dilimizdeki 'salam' ve yabancılardaki 'salami' sözcüğünün kaynağı olduğunu ilk kez duymuş oldum. O devirlerde salam, kuru yemişlerle doldurulmuş eşek etinin domuz bağırsağı ile sarılıp kurutulmasıyla yapılıyormuş. Kulağa pek hoş gelmese de genel hatlarıyla halen aynı mantıkla üretim yapıldığını da belirtmek lazım.
Birkaç defa yenilenen ve Venedikler zamanında çok güçlü bir hal alan Girne Kalesi ise yine Venedikliler zamanında savunma yapmanın anlamsız olacağı düşünülerek Osmanlı'ya savaşsız teslim edilmiş ve dolayısıyla gücü asla sınanamamış.
Vakti zamanında Kudüs kaptırılınca kaçan din adamlarının da etkisiyle epey bir önem kazanmış Kıbrıs. Öncesinde de Kıbrıs merkezli epey bir hıristiyanlığı yayma çalışması da yapılmış ama çok tanrılı inanç sahipleri Aziz Pavlos(bu da acayip bir adam, yahudiymiş, bakmış baskıyla sindiremeyecek hıristiyanları, Aziz Barnabas'ı kullanarak hıristiyanlığa geçmiş falan filan...) ile fikir ayrılığına düşen Aziz Barnabas'ı haşat etmişler. Daha sonraları Aslan Yürekli Richard'tan adayı satın alan Fransız Luzinyanlar St. Nicholas Katedrali'ni dikmişler ve Osmanlılar gelene kadar 300 yıl boyunca Kudüs Kralı taç giyme törenlerine mekan etmişler. Osmanlılar tüm Kıbrıs'ı ele geçirdikten sonra ancak 11aylık bir kuşatma sonucu bölgeyi ele geçirmiş ve Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa (belki de FSM'yi örnek alarak) katedrali bozmadan, minare dikerek(katedralin yapımında kullanılan malzemeler kullanılarak) ve mimberin duruş yönü gibi ayrıntıları uyarlayarak camiye dönüştürmüş(Ben bu tarz hadiseleri dönemin ruh halini düşünerek çok mantıklı buluyorum Pınar pek bulmasa da). Ayrıca Osmanlılar'ın din özgürlüğü getirmesi de başarılı bulduğum bir diğer husus. Eskiden yönetimde olan elin hıristiyanı izin vermiyor sen müslüman olarak gidip izin veriyorsun, bence takdir edilesi...
2 satır yazmak için giriştim bu yazıya ama yine tutamadım kendimi. Çok da saçma oldu bence program tanıtımı yapmak isterken gidip gezmişim gibi Kıbrıs'ın çok ufak bir kısmını tanıtmak ama içimden geldi, affola :D Arada genel akışı bozmamak uğruna uydurduğum yerler olabilir, ukalalık etmeyin, kibarca uyarın düzelteyim :)
Sonradan Gelen Düzenleme 1: Şuncacık yazı 1 saate mal olmuş...
Sonradan Gelen Düzenleme 2: Eski bölümleri izlemek için
2 yorum:
Haluk Hoca'nın rakibi bir programın bu kadar reklamını yapmışsın ya pes:)
Antik yerleşmeler,Anadolu ve Türkiye coğrafyasına yolculuk asıl Haluk Dursun'un uzmanlık alanı. Bu konuları bir de onun ağzından dinlemeni isterim. Hele bir de canlı dinlesen tadından yenmez. Bir gün seninle bir konferansına gidelim.
Söylediğin hadiseyi de gerçekten mantıklı bulmuyorum. Osmanlı sınırları içinde kalmış kiliselerin bozularak camiiye çevrilmesini sevmediğim gibi(örn Ayasofya), Balkanlardaki Osmanlı döneminden kalma o güzelim camilerimizin kiliseye çevrilmesini, minarelerinin yıkılmasını da tasvip etmiyorum. Çünkü ne kadar mimarisi bozulmuyor dense de bence tarih bu şekilde yavaş yavaş siliniyor. Daha önce de sana dediğim gibi müzeleştirilmeliler.Mesela Aya İrini hiç bi zaman camiiye çevrilmedi(Türkiyenin ilk müze çalışmaları Aya İrini de yapılmıştır. Bu da burdan bir bilgi olsun:)) Ama senin gibi düşünen tarihçi de çok tabi:)
Tanıştırmazsan bunca zamandır Haluk Hoca'nı, götürmezsen bir seminerine, okutmazsan bir yazısını(kitabı unuttum sanma) rakibinin reklamını da yaparım, en büyük taraftarı da olurum. Haluk Hoca'nın herhangi bir icraatını görene kadar Ahmet Yeşiltepe ne diyorsa o ;) Adamın keyif veren bir anlatımı var...
O zamanın kafasıyla değil, bu zamanın kafasıyla düşünüyorsun. Bundan 500-600 yıl önce, sınırlarını genişleten, dinin etkisinin belki bugünden de fazla olduğu yeni coğrafyalarda egemenlik kurmak isteyen bir devletin başındaki veya emrindeki adam olsan nasıl ikna ederdin halkını müzeleştirmeye merak ediyorum ben. Yine şanslıyız, yerle bir edilmemiş din uğruna(eminim azımsanamayacak kadar çok isteyen olmuştur).
Yorum Gönder