18 Kasım 2010

Serin Duruş

Sanırım biraz tutarsız bir yanım var ki bazı şeylerin kesinlikle düzen içinde durması gerektiğini bazılarınınsa düzenlenmediklerinde daha işlevsel oldukları kanısında olduğum için düzensiz durmaları gerektiğini düşünüyorum. İlk gruba, yani düzen içinde durması gerektiğini düşündüğüm şeyleri istediğim şekilde sınıflamaya veya onlara güzel bir yer bulmaya vakit yettiremediğim zamanlarda 'istifleme' yöntemine başvuruyorum. Yöntem dediysem tomar halinde, görünmeyecek bir köşeye veya bir kutuya tıkıştırmaktan bahsediyorum. İşte bu birikmiş yığınlar tam bir çığ oluşturacakken bayramlar imdadıma yetişiyor. Evet, maalesef ben de bayramları tatil gibi kullananlardanım.

Bayramlar bu sefer olduğu gibi 9 güne yakınsayınca ve insan yıl boyu değişmez bir şekilde sabah akşam işe gidince ve bunun sonucunda 15 iş günü izni olunca bu 9 gün oldukça önem teşkil ediyor. Dolayısıyla insan, bunu bir tatil fırsatı olarak görmeye çalışıyor ve planlar yapıyor. Gezmenin iki temel öğesi olan para ve zaman, insanın(en azından benim için diyeyim) gezmeyi en çok isteyeceği yaşlar olan 20'li ve 30'lu yaşlarında elinde oluyor ancak dramatik bir şekilde sadece bir tanesi yeterli miktarda oluyor. Öğrenciyken vakit gayet bol oluyor ama para olmuyor ve tam tersi çalışırken de cepte para oluyor ama vakit yaratılamıyor. İşte bu noktada bayramları tatil gibi görenlere hak veriyorum.

Ancak madalyonun diğer tarafında vazgeçtiğimiz değerler var ki bunlar bizi başkalaştırıyor. Değişim her topluma gerek bir şey ancak öz niteliklerinden ödün vermeden değişmek önemli olan. Doğu kültürüne sahip yapımız gereği bireysellikten daha çok topluluk halinde var olmaya yakınız bence. Bireysellik, sanki daha çok Avrupai bir yaşam biçimi. Dolayısıyla, normal yaşantımızda tavan yapan bireyselci yanımızı bayramlar gibi zamanlarda törpülemek hepimize iyi gelecektir. Bunun için ille de tüm sülalenin bir araya gelmesi gerekmiyor bence, sadece çevremizdekileri ya da yardıma muhtaç olanları kısacası toplumu düşünmek, onlar için bir şeyler yapmak da gayet yerinde bir davranış olacaktır. Tabi ille de tatil yapmam gerek diyorsanız da rotanıza ya da ekibinize pek sık vakit geçiremediğiniz yakınlarınızı katmanız güzel olabilir.

Ben bu bayram önerdiklerimden hiçbirini yapamadım maalesef. Bilenler vardır mutlaka; bizim evde oldukça uzun süredir devam eden bir tadilat süreci var ve sürecimizin bu yıl ki konu başlığı salon. Ancak sürekli hava yaptığı için ve çatıdaki ilkel yapısı ile devrilip çatıyı su altında bırakma tehlikesi yarattığı için imbisat deposu[1] ile birlikte tüm boruların değişimi esnasında patlayan bir kalorifer zorla da olsa kalorifer tesisatının değişimini restorasyon listemize ekletti. Dolayısıyla bayram, salonun boşaltılması, bu boşaltılanların bizim odalarımıza serpiştirilmesi, serpiştirme esnasında bizim odamızdaki gereksiz eşyaların atılması şeklinde geçmesi anlamına geliyor bizim için. Bu sürecin son kısmı olan, yani bizim odalarımızdaki eskilerin atılması, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve ilk paragrafta bahsettiğim 'düzenleme' işlemleri oldukça sıkıntılı ancak bir o kadar da keyifli olabiliyor. Sıkıntıyı anlatmaya gerek yok; keyif ise yıllarca önce beğenip bir köşeye koyduğum gazete yazılarına tekrar denk gelmemle oluşuyor. İşin garibi şu noktaya kadar yazdıklarımın başlıkla hiçbir ilgisi yok ve bu alakasız kısma sanırım son vermeliyim.

Serin Duruş, biriktirdiğimi bahsettiğim eski gazete parçalarından birinde gözüme ilişen, Alper Mestçi ve Hüseyin Özcan tarafından çıkarılan bir köşe aslında. Milliyet'te 2000-2004 yılları arasında yer almıştı. Gugıl araştırmaları gösterdi ki devamında Tempo'da yazmışlar ve bir ara Zaga'da yönetmenlik yapmışlar ancak şu an ne yapıyorlar bilmiyorum. Çok feci gaf yakalıyorlardı, bir de 'merak kediyi öldürdü', 'takıntılar' ve 'laf arası adamı bihter' kısımlar vardı ki insanı gülme krizine sokacak cinstendi. 2003 ve 2004'te 'Radar Oldum', 'Saçmalama' ve 'Takıntılar' isimli 3 kitap çıkarmışlar ki bilmiyordum, okuyamadım, özür diliyorum ve en kısa zamanda edineceğime söz veriyorum.

Tabi bu kadar ballandırıp örnek vermemek olmaz. O yüzden 28Mayıs2003 tarihli Serin Duruş'taki Takıntılar ve gafları paylaşmak istiyorum:

Takıntılar No:8
  • Ayağınız takılıp sendelediğinizde karizmayı dağıtmamak için koşuyormuş gibi yapıp ilk köşeden kayıplara karışır mısınız?
  • Sıvı deterjan veya herhangi bir içecek satın alırken raflara dizilmiş yüzlerce şişe arasında içi en fazla doldurulmuş olanı seçer misiniz?
  • Yanınızdan otobüs, minibüs, kamyon vs geçerken gölgesine basmamak için zıplar mısınız?
  • Birini cep telefonundan aradığınızda konuyla hiç ilgisi olmadığı halde ilk sorunuz ''Neredesin?'' olur mu?
  • Taksiye binince taksimetreye bakıp ''Aha şimdi atacak, yok şimdi atacak!'' diye diye heyecanla sayıların değişmesini bekler misiniz?
  • Özel bir şeyler karaladığınız kağıdı atmadan önce ya biri alıp da okursa korkusuyla akıl almaz boyutlara gelinceye kadar küçük parçalara ayırıp sonra da çöpün değişik yerlerine dağıtır mısınız?
  • Minibüse binmeden önce şoföre parayı verirken söyleceklerinizi 10 kere aklınızdan geçirir misiniz?
  • Dolmuşta para üstünüz gelmezse almadan iner misiniz?
  • Apartmandan biri iniyorsa kapının arkasında bekleyip onun apartmandan çıkmasını bekleyip öyle iner misiniz?
  • Sokakta birinin arkasından yürürken onu izlediğinizi düşünmemesi için hızlanarak önüne geçer misiniz?
  • Takıntılar okurken aralarından kendinize ait takıntıları bulmaya çaba gösterir, bulunca da mutlu olur musunuz?
  • Birçok takıntının size uyduğunu görüp ''Tüh be çok sıradanmışım'' diye üzülür müsünüz?
  • Bu cümleyi okurken? ''Acaba neden 'okurken'in sonuna soru işareti koymuşlar'' diye düşündünüz mü? Az önce geri dönüp tekrar incelediniz mi?
Gaflar:
  • ''Son dört maçta 3'te 3 yaptık...'' => Malatyasporlu Uğur
  • ''İnsan hayatının ömrü ne kadar ki!'' => İlker Yasin
  • ''Yabancı teknik direktörü olan takımların, taraftarı handle edebilecek, yönetimi handle edebilecek, oyunları handle edebilecek bir menajere ihtiyacı var...'' => Reha Muhtar
Hulki Cevizoğlu: Fatih'in fedaisi gibi konuştunuz...
Cüneyt Arkın: Kara Murat gibi mi? Ak Murat oldu artık o...
Hulki Cevizoğlu: Evet, Ak Murat gibi

Mahsun Kırmızıgül: Yaşarken ölmeyi hissetmek çok acı bir şey...
Muhabir: Peki hiç yaşarken ölmeyi hissettiniz mi?
Mahsun Kırmızıgül: Hayır...

Elifnağme Elif: Yarışmaya nereden katılıyorsunuz?
Yarışmacı: Konya'dan
Elifnağme Elif: Konya'nın nesi meşhur?
Yarışmacı: Mevlana'sı!
Elifnağme Elif: Evet Konya'mızın Mevlana'sı meşhur.

[1] Kazanda ısınınca genleşen suyun fazlası bu depoda toplanır ve tesisatın suyu soğuyup seviyesi düşünce buradan tamamlanır. Devamı: http://www.bilgiustam.com/sicak-su-kazanlarinin-parcalari-ve-emniyet-elemanlari/#ixzz15eX6jJSK

Hiç yorum yok: