17 Mayıs 2012

Rubymine Unsupported Git Error on MacOSX Lion Solution

Solution for the "Unsupported format of git --version output: git version 1.7.7.5 (Apple Git-26)" problem:

The problem is the last part of "git version" output, which is "(Apple Git-26)" as mentioned at Jetbrain's issue tracking system. But the solution given as a simple script did not work for me as the if conditional never returned true.

I'm not a bash scripting expert but my workaround was defining a variable to hold the parameter "--version". Otherwise the if conditional never seemed to work for me.

Here is my modified script:

##!/bin/sh
volkan="--version"
if [ $1 = $volkan ]; then
  echo `git version` | awk 'BEGIN {FS="("} {print $1}'
else
  git "$@"
fi



22 Ocak 2012

Sunum Teknikleri

İster üniversitede proje-tez sunumu olsun, ister profesyonel hayatta şirket içi ya da şirket dışı sunum olsun bu yazıyı okuyan her kişi eminim en azından 1 kez bir sunumun anlatıcı tarafında olmuştur. Ve de yine eminim ki dinleyici olarak katıldığımız sunumlarda birçok kez sıkılmış ve ''bitse de gitsek'' moduna girerek vaktimizi bu sunumda boşa harcadığımız hissine kapılmışızdır. İşte ben de bu noktada dinleyicilerimizin(hepsinin olmasa da en azından çoğunluğun) sıkılma noktasından her daim uzak kalmaları için ve de sunumumuzun ciddi anlamda emek harcanarak hazırlandığının farkına varılması için birkaç ipucu vermeye çalışacağım.


Öncelikle sunum yapmanın ustası olmak veya her sunumdan başarıyla çıkmak gibi bir iddiam yok; sadece katıldığım eğitimlerden ve de katıldığım başarılı sunumlardaki kişisel gözlemlerimden ufak bir rehber oluşturma çabamdır bu. Bu konuda sanırım 3 eğitime katıldım:
  1. 2009, Avea IdeaAvea yarışmasında ön elemeyi geçen tüm ekiplere verilen sunum teknikleri eğitimi
  2. 2009, Anadolu Hayat Emeklilik, şirkete katıldıktan sonra sektöre alıştırma tadındaki eğitimler içerisinde yer alan bir eğitim. Show TV'de çalışmış bir adam vermişti.
  3. 2010, İstanbul Kültür Üniversitesi MBA programı kapsamında aldığım Organizasyonel Davranış dersinde.
Geyiği geçip tekniklere gelelim...

0. HAZIRLANMA BÖLÜMÜ

Bu kısım da en az sunum yapma kısmı kadar önemli aslında. Yapılması gerekenler ise oldukça basit:
  • Sunumuzun alt yapısını oluşturmak. Bu noktada kullandığınız yazılıma bağlı olarak çok fazla seçeniğiniz olacaktır. Unutulmaması gereken ise okunabilirliğin asla feda edilmemesi gerektiğidir. Arka plan ve yazı rengi uyumu, yazı karakteri büyüklüğü bu kapsamda dikkatle seçilmelidir.
  • Yaptığınız sunumun ciddiyet seviyesine uygun şablonlar seçmek önemlidir. Rengarenk, çiçekli böcekli şablonların kullanıldığı sunumlar da olabilir; sadeliğin ön plana çıktığı az renkli sunumlar da. Yeter ki sunum yaptığınız konuma uygun olsun.
  • Yazım hataları çok basit hatalar gibi görünse de sunumu hazırlamak için verilen emeğin, dolayısıyla da dinleyicilere duyulan saygının azlığına işaret edeceğinden bu basit konuyu basit bir şekilde, yazılımınızın el verdiği yazım denetleme imkanlarını kullanarak çözebilirsiniz.
  • Sayfaların köşesine mutlaka hangi sayfada olduğunuzu ve toplam sayfa sayısını yazınız. Böylelikle kalan sayfa sayısı belli olacağından çıkacak olanlar erken sayfalarda çıkacak ve siz tam toparlama bölümündeyken çıkıp gitmeler sebebiyle oluşan dikkat dağınıklıkları oluşmayacaktır.
  • Sunumuzu mutlaka en az bir kez size ayrılan süreyi de dikkate alarak sunum öncesi kendi kendinize yapmanızın önemini sanırım anlatmaya gerek yok.
  • Eğer imkanınız olursa sunum yerini incelemek, ihtiyacınız olacak bağlantıları ve sunum cihazını kontrol etmek sunum esnasında oluşacak aksaklıkları önlemenin yanında sunum öncesi gerginliğinizi ortama hakim olmanız sebebiyle azaltacak ve kendinize güveninizi arttıracaktır.
  • Ses tonunuzu iyi ayarlamanız da belki de en önemli teknik olduğundan çok sunum yapmamış bir insansanız önceden deneme yapmak oldukça işinize yarayacaktır. Tekdüze devam eden bir ses tonunun iticiliğini hepimiz yaşamışızdır. İnişli çıkşlı, vurgulu ve de bağırmaya kaçmadan kendini duyuran bir ses tonu size harika geri bildirimler getirecektir.

1. ISINMA BÖLÜMÜ

Her konuda olduğu gibi başlamak çok önemli olduğundan şu şekilde bir başlangıç uygulanabilir;
  • Can alıcı bir soru veya cümle ile
  • Sunum yapılan kurum veya topluluğa uygun bir espri ile
  • Günlük hayattan bir haber ile 
  • İlginç olduğunu düşündüğünüz bir istatistik ile
sunuma başlamak hem kitlenin dikkatini üzerinize çekmek hem de eğer varsa stresinizi azaltmak adına güzel bir başlangıç olacaktır.

Devamında kendinizi çok abartılı bir uzunlukta olmayacak şekilde anlatıp ne kadar süre sahnede kalacağınızı ve/veya kaç sunum sayfanızın olduğunu bildirdikten sonra asıl sunuma girişebilirsiniz. Süreyi bildirmek, çoğu kişinin  atladığı ama bence kilit bir konu. İnsanların sunum gibi eğlendirmek yerine eğitmek-bilgi vermek amaçlı olgularda süreyi bildiklerinde kendilerini daha iyi odakladıklarını ve sıkılma oranlarını daha başarılı ayarladıklarını düşünüyorum.

2. AKTARMA BÖLÜMÜ

Bu bölüm en uzun süren bölümünüz olacağı için sıkılmaların ve konudan kopmaların en çok yaşanacağı bölüm olacağından dikkatli olmanız şart. Dikkat dağılmasını önlemek için
  • Dinleyicilere sorular yöneltebilirsiniz
    • ''Kimler araba kullanıyor?'' tarzı genel sorular olabilir
    • Doğrudan, yakınınızdaki bir dinleyiciye özel bir soru olabilir.
Tabi tekil kişiye yöneltilen soru daha riskli olacağından soru sorduğumuz kişinin yönetim piramidinin en tepesindeki kişi olması yerine daha aşağılardan olması sizin için daha faydalı olacaktır. Ayrıca burada sorulan soru kimseyi bilememesi durumunda küçük düşürmeyecek ve çok da fazla düşünmesini gerektirmeden cevaplayabileceği bir soru olmalıdır.

Yine bu bölümde ister sunum üzerinde isterse dinleyicilerle etkileşimli bir şekilde örnek uygulamalar yapmak en etkili çözüm olacaktır. Ancak sakın dakikalar süren video izletmeye veya ses kaydı dinletmeye kalkışmayın lütfen.

Son olarak belki de bence en önemli şey word sayfası hazırlar gibi kelimelerle hatta metinlerle dolu sunum sayfası hazırlamak. Bunun bence 2 sebebi var:
  1. İyi niyetli bir tavırla dinleyiciyi bilgiye boğma ve dolayısıyla sunumdan birçok şey kazanmaları isteği
  2. Sunuma iyi hazırlanamamaktan dolayı sunum esnasında okuyup konunun anında hatırlanacağı ve böylece az emekle çok işi yapılabileceği düşüncesi.
Tahmin edeceğiniz üzere ikisi de yanlış. 2. madde yeterince açık olduğundan 1.'nin yanlışlığını anlatmak istiyorum.

Dinleyiciler vermek istediğiniz bilgiyi veya mesajı sunum sayfalarından değil sizden almalılar. Eğer sayfalardan bilgi alacak olsalardı onlara bir pdf göndermeniz çok daha isabetli olacaktı, zira şu an sizin sunumuzda olmak yerine daha uygun bir zamanda yayınınızı okuyabilirlerdi.

Bir diğer sebebin ise sunum araçlarının amacının yanlış anlaşılmasında yatıyor olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki; bu araçlar sadece sunum yapan kişiye konudan sapmaması, belirlediği sırayı karıştırmaması veya konu atlamaması için yapılmış yardımcılardır. Uzun uzadıya açıklamaları sunum sayfasına eklemek yerine siz anlatın, böylelikle dinleyicinin sayfadakileri okurken sizin söylediklerinizi kaçırmasını da önlemiş olursunuz. Ayrıca benim gibi sunumlara eleştirel gözle bakan dinleyicilerin uzuuun bir yazı gördüğünde başka şeylerle ilgilenerek sunumdan kopmasına da engel olursunuz.

Sayfalarda, word veya pdf ile anlatmanın görece zor olduğu grafikler, yorumlamaya ihtiyaç duyulan tablolar koymak ve de metin olarak size anlatırken, dinleyicilere ise dinlerken takip etmekte yardımcı olacak olan konu başlıklarını sıralamak ya da vermek istediğiniz kilit mesajı güzel bir fontla eklemek en iyi çözüm olacaktır. Dinleyici ne kadar az şey okursa o kadar çok sizi dinler. Ek olarak, sunum sayfalarının sunumdan sonra dinleyicilerinizin erişimine açılıp onlara bilgi aktarmak gibi bir zorunluluğu olmadığını bilmeniz gerekliliğidir. Bu iş için önceden dediğim gibi word-pdf dosyası veya bir web sitesi çok çok daha iyi bir araç olacaktır.
 
3. TOPARLAMA BÖLÜMÜ

Bu kısım kalıcılığı yüksek bir bölümdür ve de başlamak gibi bitirmek de çok önemlidir. Dolayısıyla bu bölümü kısa tutmak ve en çok akılda kalmasını istediğiniz mesajları tekrar etmeniz çok önemlidir.

4. SORU-CEVAP BÖLÜMÜ

Türk insanına özgü bir durum mudur bilemiyorum ama genelde bizde soru cevap bölümü pek bir zorlama gelir dinleyicilere. Sorusu olsa bile belki de ilk olmak istemediği için sormaz dinleyiciler. Tabi ortamına ve sunum yapan kişiye bağlı olarak çok değişken bir durum bu.

Soru almak bir sunumun başarıya ulaştığının ölçütlerinden olduğunu düşünüyorum ve yaptığım bir sunuma soru gelmediğinde her şeyin anlaşılıp üstü örtülü hiçbir nokta kalmadığı düşüncesi yerine başarısız bir sunum yaptığım ve dinleyicilerin ilgisini yeterince çekemediğimi düşüncesi hakim oluyor; bu yüzden soru almanın kişisel tatmin açısından da önemli olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Soru cevap bölümüne geçtiğinizde eğer soru gelmiyorsa sunumu bitirmek yerine ortaya bir soru atıp cevaplamak daha güzel bir davranış olacaktır ve dinleyicilerin eğer varsa endişelerini kırıp size soru yöneltmelerine yol açacaktır.

Diyelim ki iyi senaryo gerçekleşti ve sorular gelmeye başladı. Bu noktada hakimiyetinizi yitirmemek adına yapılabilecekler ise:
  • Öncelikle halen sizin sunumunuz devam ediyor ve soru soran kişi dışında da bir salon dolusu dinleyiciniz olduğunu unutmamanız gerektiği. Dolayısıyla soruyu herkesin duymasını sağlamalı, eğer imkanlar yetersizse soruyu önce siz tekrarlamalı ve sonrasında da cevaplamalısınız. 
  • Süreyi aşmamak ve değişik sorulara yer verebilmek için cevabının uzun süreceğini anladığınız veya tatmin olmayan bir dinleyici ile karşı karşıya olduğunuzu fark ettiğiniz anda kibar bir dille sunum sonrasında konuşmak istediğinizi belirtebilirsiniz.
  • Cevabınızın ardından ''umarım sorunuzu yanıtlayabilmişimdir'' şeklinde bir bitiriş de oldukça hoş karşılanacaktır.
Bu yazıyı şimdilik burada noktalıyorum ancak ilerleyen zamanlarda aklıma geldikçe, yeni bilgiler edindikçe ve de sunum yapan başarılı ve başarısız örnekleri gözlemledikçe bu yazıyı güncelleyeceğim.

Tüm yazdıklarım tamamen kişisel düşüncelerimi yansıtır, doğruluğunu veya geçerliliğini denetlemek sizin sorumluluğunuzdadır.

Başarılı sunumlara imza atıp dinleyicilerin belleklerinde yer edinmeniz dileğiyle...

27 Ocak 2011

Bizler; "Yargıtay'da tanıdığı bulunmayanlar''

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ

İZMİR ŞUBESİ

      Bizler; "Yargıtay'da tanıdığı bulunmayanlar,

Böyle bir arayış içerisinde olmayan hukukçular" tepkimizi ve görüşlerimizi kamuoyuna açıklama gereği duyduk!

Mahkemelerin görevi 'insan hak ve özgürlüklerini korumaktır.'

Yargı organı, hak ve özgürlükler için tehdit oluşturamaz!

Yargıtay Başkanının, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin görev alanındaki suçlar için tutuklulukta geçebilecek süreyi on yıl olarak açıklaması kişi hak ve özgürlüklerine yönelik bir tehdittir.

Hiçbir hukukçu, hiçbir kanun maddesini, konuluş amacına, anayasal ve ulusal üstü hukukun güvencelerine aykırı olarak yorumlayamaz.

Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü düzenlemesini içeren anayasa 11. madde;

'Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.'

Kanunlar anayasaya aykırı olamaz demektedir. Yargıtay başkanının bu düzenlemeyi bilmeden görev icra etmesi mümkün değildir.

Masumluk kuralını düzenleyen anayasanın 38. maddesi;

'Hiç kimse aleyhinde verilen kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü olmaksızın suçlu kabul edilemez ' düzenlemesini içermektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6/2 maddesi de aynı doğrultuda güvence getirmektedir.

On yıl tutuklu olarak yargılanmasına peşinen onay verdiğiniz bireyin, masum sayılma hakkını nereye koyuyorsunuz? Bir de masum saymasaydınız ne yapacaktınız?

Anayasanın kişi güvenliğini düzenleyen 19. maddesi;

Tutuklanan kişilerin makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama sırasında duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.

Her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişi kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. (7 ve 8. fıkralar)

İşte Yargıtay, anayasa kuralında düzenlenen kısa sürenin on yıl olabileceğine hükmetti!



Hükümet ise; her türden muhalefet hareketinin yargılanabildiği özel yetkili ağır ceza mahkemelerine peşinen ve cömertçe sunulan on yıl tutuklu yargılayabilme yetkisinin keyfini sürüyor.

Yargıdaki kutuplaşmanın her iki kutbu, konu bireyin (muhalefet etme bilincine ermiş, gerçekten birey olabilmiş bireyin) hak ve özgürlüklerini ihlal edilmesi olunca birleştiler.



Despot bir anlayışta buluşan hükümet ve Yargıtay şunu göz ardı etmemelidir.



Tutuklama bir tedbirdir!. Bu tedbir amacını aşkın şekilde, henüz hükmedilmemiş bir cezanın infazı niteliğinde uygulandığı için bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine intikal ettirilmiş ve AHİM kararları doğrultusunda tutuklamaya bir üst sınır getirilmesi zarureti doğmuştur. Kişi hak ve özgürlüklerini korumak için getirilmiş üst sınır, bu hak ve özgürlüklerin gönül rahatlığı ile çiğnenebilmesini sağlayan, hakimin elini peşinen rahatlatan bir tavan olarak görülemez.

Dün de bireylerin hak ve özgürlükleri için bu mücadeleyi verdik bugün de veririz. Biz bundan yılmayız!

Ancak toplum sürekli olarak kazanımlarını yok sayan bir fasit daireye hapsedilir, hep başladığı yere dönerse; yasalara, yargıya, demokrasiye inancını yitirir ise bundan korkmak gerekir.

Bu toplum, kişi hak ve özgürlüklerini yok sayan on yıl tutukluluk süresini makul gören hatta yetersiz bulan bir anlayışı kabul etmek ya da elinden kan damlayan canilerin sokağa salınmasını seyretmek arasında bir tercihte bulunmak zorunda bırakılamaz!

Bir dava neden on yılda bitirilemez?

CMK 102. madde tartışmaları esnasında ilk kez televizyon kameraları, basının ilgisi Yargıtayda bekleyen dosyalara çevrildi, gözler önündeki bir perde indirildi.

Yargıtayın bir yıl içinde karara bağladığı dava dosya sayısı harcanan mesai saatine bölündüğünde, bir dava dosyasının karara bağlanabilmesi için yalnız altı dakika süre harcandığı gerçeği ortaya çıktı.

Yerel mahkemede yıllarca süren davanın Yargıtay incelemesine ayrılan süre yalnız altı dakika!

Biz, bu açıklamayı yapan hukukçular 'Yargıtaydan tanıdığınız var mı? sorusundan muzdaribiz' Yok. Böyle bir arayışımız olmadı olmayacak.

Fakat dosyasının incelenmesi için yalnız altı dakika ayrılan vatandaşın, bu incelemenin layığı ile gerçekleşmesi için bireysel olarak farklı yol ve yöntemi aramaya mecbur bırakılmasına ne denmeli?

Dosyası olağan seyir içerisinde altı dakikada incelenen uğradığı ağır mağduriyet giderilemeyen adli hata kurbanı bireylerin durumuna ne denmeli.

Anayasanın 141/3 maddesinde; "bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır" düzenlemesine karşılık Yargıtay'ın istisna sayılabilecek bazı dosyaları dışında "toplanan delillere göre usül ve yasaya bir aykırılık görülmemiştir." içeriğindeki genel gerekçesine ne denmeli.

Biz bu ülkede adaletin gerçekleşmesi için emek veren, çalışan, üreten hukukçular Alaattin Çakıcı adlı mafya liderinin Yargıtayda aleyhe verilen bozma kararının, yurtdışına kaçışını temin etmek üzere kendisine derhal ulaştırıldığını unutmadık.

Neşter 2 adlı suç soruşturmasında yargı kararı ile telefon dinlenmesine takılanların kimler olduğunu unutmadık.

Yüksek Yargının 'her kurum ve kuruluşta yanlış yapanlar olabilir, önemli olan bunların yargıya hesap verebilmesidir.' Anlayışı yerine tesadüfen dinlemeye takılan "yargı mensuplarının" haklarında dinleme kararı olmadığı için elde edilen verilerin delil olarak kullanılamayacağına dair, içtihadını da unutmadık. Aynı kriterin "sade vatandaşlar" için uygulanmamasını" ise içimize sindiremedik.

Adalet alınır, satılır bir meta değildir.

Adaleti lüks tüketim maddesi olarak düşünemiyoruz.

Bu toplumdaki her bireyin hak ve özgürlüklerinin korunması için son sığınağı olması gereken adaletin ancak tarafsızlık, eşitlik, şeffaflık ve hızlılık ilkelerine riayet edildiğinde gerçekleşebileceğine inanıyoruz.

Ana muhalefet partisinin uzun süredir tutuklu yargılanan, kamuoyuna mal olmuş bazı isimleri tedbir niteliğinden çıkmış tutuklamanın devamı kararlarından korunmak adına millet vekili adayı yapması gibi kişisel cingözlükler peşinde de değiliz.

Biz, adalet teşkilatının dava başvuru harcı, karar harcı, icra tahsil harcı adı altında tahsil etmekte olduğu paralar ile mevcut sistemden on kez daha donanımlı bir sistemi kurmanın mümkün olduğunu biliyoruz.

Adli Tıp Kurumu'nda çalıştırılan uzman sayısının artırılmasından, Hakim ve Savcı sayısının arttırılmasına, bilgi donanımı tam personel istihdamına kadar her alanda çok daha iyisini yapacak ekonomik gücün mevcut olduğunu biliyoruz.

Şeffaf toplum özlemimizin bir gereği olarak adalet teşkilatının elde ettiği gelirlerin nerelere aktarıldığını öğrenmek istiyoruz!

Herkesi, temel hak ve özgürlüklere dair tehdit, kimden gerilse gelsin sesini yükseltmeye davet ediyoruz!

25 OCAK 2011

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ

İZMİR ŞUBESİ

19 Kasım 2010

Hedefe Kilitlendim

İçimde az da olsa sporcu bir taraf kaldıysa bunu en çok borçlu olduğum eski dostum bisiklet'e geri dönüyorum. Önce mevcut bisikletimi bakıma sokup adam etmeyi, devamında da bisiklet kulüplerinin etkinliklerine katılmayı düşünüyorum. Gülle gibi ağır ve bana göre oturma düzeni bana uymayan bisikletim beni idare edebileceğine ikna edemezse resimde görülen canavarı nüfusuma katmayı planlıyorum. Tabi o zamana kadar daha fazla tekerlekli bir canavara çoktan kendimi kaptırmamış olursam.

18 Kasım 2010

Serin Duruş

Sanırım biraz tutarsız bir yanım var ki bazı şeylerin kesinlikle düzen içinde durması gerektiğini bazılarınınsa düzenlenmediklerinde daha işlevsel oldukları kanısında olduğum için düzensiz durmaları gerektiğini düşünüyorum. İlk gruba, yani düzen içinde durması gerektiğini düşündüğüm şeyleri istediğim şekilde sınıflamaya veya onlara güzel bir yer bulmaya vakit yettiremediğim zamanlarda 'istifleme' yöntemine başvuruyorum. Yöntem dediysem tomar halinde, görünmeyecek bir köşeye veya bir kutuya tıkıştırmaktan bahsediyorum. İşte bu birikmiş yığınlar tam bir çığ oluşturacakken bayramlar imdadıma yetişiyor. Evet, maalesef ben de bayramları tatil gibi kullananlardanım.

Bayramlar bu sefer olduğu gibi 9 güne yakınsayınca ve insan yıl boyu değişmez bir şekilde sabah akşam işe gidince ve bunun sonucunda 15 iş günü izni olunca bu 9 gün oldukça önem teşkil ediyor. Dolayısıyla insan, bunu bir tatil fırsatı olarak görmeye çalışıyor ve planlar yapıyor. Gezmenin iki temel öğesi olan para ve zaman, insanın(en azından benim için diyeyim) gezmeyi en çok isteyeceği yaşlar olan 20'li ve 30'lu yaşlarında elinde oluyor ancak dramatik bir şekilde sadece bir tanesi yeterli miktarda oluyor. Öğrenciyken vakit gayet bol oluyor ama para olmuyor ve tam tersi çalışırken de cepte para oluyor ama vakit yaratılamıyor. İşte bu noktada bayramları tatil gibi görenlere hak veriyorum.

Ancak madalyonun diğer tarafında vazgeçtiğimiz değerler var ki bunlar bizi başkalaştırıyor. Değişim her topluma gerek bir şey ancak öz niteliklerinden ödün vermeden değişmek önemli olan. Doğu kültürüne sahip yapımız gereği bireysellikten daha çok topluluk halinde var olmaya yakınız bence. Bireysellik, sanki daha çok Avrupai bir yaşam biçimi. Dolayısıyla, normal yaşantımızda tavan yapan bireyselci yanımızı bayramlar gibi zamanlarda törpülemek hepimize iyi gelecektir. Bunun için ille de tüm sülalenin bir araya gelmesi gerekmiyor bence, sadece çevremizdekileri ya da yardıma muhtaç olanları kısacası toplumu düşünmek, onlar için bir şeyler yapmak da gayet yerinde bir davranış olacaktır. Tabi ille de tatil yapmam gerek diyorsanız da rotanıza ya da ekibinize pek sık vakit geçiremediğiniz yakınlarınızı katmanız güzel olabilir.

Ben bu bayram önerdiklerimden hiçbirini yapamadım maalesef. Bilenler vardır mutlaka; bizim evde oldukça uzun süredir devam eden bir tadilat süreci var ve sürecimizin bu yıl ki konu başlığı salon. Ancak sürekli hava yaptığı için ve çatıdaki ilkel yapısı ile devrilip çatıyı su altında bırakma tehlikesi yarattığı için imbisat deposu[1] ile birlikte tüm boruların değişimi esnasında patlayan bir kalorifer zorla da olsa kalorifer tesisatının değişimini restorasyon listemize ekletti. Dolayısıyla bayram, salonun boşaltılması, bu boşaltılanların bizim odalarımıza serpiştirilmesi, serpiştirme esnasında bizim odamızdaki gereksiz eşyaların atılması şeklinde geçmesi anlamına geliyor bizim için. Bu sürecin son kısmı olan, yani bizim odalarımızdaki eskilerin atılması, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması ve ilk paragrafta bahsettiğim 'düzenleme' işlemleri oldukça sıkıntılı ancak bir o kadar da keyifli olabiliyor. Sıkıntıyı anlatmaya gerek yok; keyif ise yıllarca önce beğenip bir köşeye koyduğum gazete yazılarına tekrar denk gelmemle oluşuyor. İşin garibi şu noktaya kadar yazdıklarımın başlıkla hiçbir ilgisi yok ve bu alakasız kısma sanırım son vermeliyim.

Serin Duruş, biriktirdiğimi bahsettiğim eski gazete parçalarından birinde gözüme ilişen, Alper Mestçi ve Hüseyin Özcan tarafından çıkarılan bir köşe aslında. Milliyet'te 2000-2004 yılları arasında yer almıştı. Gugıl araştırmaları gösterdi ki devamında Tempo'da yazmışlar ve bir ara Zaga'da yönetmenlik yapmışlar ancak şu an ne yapıyorlar bilmiyorum. Çok feci gaf yakalıyorlardı, bir de 'merak kediyi öldürdü', 'takıntılar' ve 'laf arası adamı bihter' kısımlar vardı ki insanı gülme krizine sokacak cinstendi. 2003 ve 2004'te 'Radar Oldum', 'Saçmalama' ve 'Takıntılar' isimli 3 kitap çıkarmışlar ki bilmiyordum, okuyamadım, özür diliyorum ve en kısa zamanda edineceğime söz veriyorum.

Tabi bu kadar ballandırıp örnek vermemek olmaz. O yüzden 28Mayıs2003 tarihli Serin Duruş'taki Takıntılar ve gafları paylaşmak istiyorum:

Takıntılar No:8
  • Ayağınız takılıp sendelediğinizde karizmayı dağıtmamak için koşuyormuş gibi yapıp ilk köşeden kayıplara karışır mısınız?
  • Sıvı deterjan veya herhangi bir içecek satın alırken raflara dizilmiş yüzlerce şişe arasında içi en fazla doldurulmuş olanı seçer misiniz?
  • Yanınızdan otobüs, minibüs, kamyon vs geçerken gölgesine basmamak için zıplar mısınız?
  • Birini cep telefonundan aradığınızda konuyla hiç ilgisi olmadığı halde ilk sorunuz ''Neredesin?'' olur mu?
  • Taksiye binince taksimetreye bakıp ''Aha şimdi atacak, yok şimdi atacak!'' diye diye heyecanla sayıların değişmesini bekler misiniz?
  • Özel bir şeyler karaladığınız kağıdı atmadan önce ya biri alıp da okursa korkusuyla akıl almaz boyutlara gelinceye kadar küçük parçalara ayırıp sonra da çöpün değişik yerlerine dağıtır mısınız?
  • Minibüse binmeden önce şoföre parayı verirken söyleceklerinizi 10 kere aklınızdan geçirir misiniz?
  • Dolmuşta para üstünüz gelmezse almadan iner misiniz?
  • Apartmandan biri iniyorsa kapının arkasında bekleyip onun apartmandan çıkmasını bekleyip öyle iner misiniz?
  • Sokakta birinin arkasından yürürken onu izlediğinizi düşünmemesi için hızlanarak önüne geçer misiniz?
  • Takıntılar okurken aralarından kendinize ait takıntıları bulmaya çaba gösterir, bulunca da mutlu olur musunuz?
  • Birçok takıntının size uyduğunu görüp ''Tüh be çok sıradanmışım'' diye üzülür müsünüz?
  • Bu cümleyi okurken? ''Acaba neden 'okurken'in sonuna soru işareti koymuşlar'' diye düşündünüz mü? Az önce geri dönüp tekrar incelediniz mi?
Gaflar:
  • ''Son dört maçta 3'te 3 yaptık...'' => Malatyasporlu Uğur
  • ''İnsan hayatının ömrü ne kadar ki!'' => İlker Yasin
  • ''Yabancı teknik direktörü olan takımların, taraftarı handle edebilecek, yönetimi handle edebilecek, oyunları handle edebilecek bir menajere ihtiyacı var...'' => Reha Muhtar
Hulki Cevizoğlu: Fatih'in fedaisi gibi konuştunuz...
Cüneyt Arkın: Kara Murat gibi mi? Ak Murat oldu artık o...
Hulki Cevizoğlu: Evet, Ak Murat gibi

Mahsun Kırmızıgül: Yaşarken ölmeyi hissetmek çok acı bir şey...
Muhabir: Peki hiç yaşarken ölmeyi hissettiniz mi?
Mahsun Kırmızıgül: Hayır...

Elifnağme Elif: Yarışmaya nereden katılıyorsunuz?
Yarışmacı: Konya'dan
Elifnağme Elif: Konya'nın nesi meşhur?
Yarışmacı: Mevlana'sı!
Elifnağme Elif: Evet Konya'mızın Mevlana'sı meşhur.

[1] Kazanda ısınınca genleşen suyun fazlası bu depoda toplanır ve tesisatın suyu soğuyup seviyesi düşünce buradan tamamlanır. Devamı: http://www.bilgiustam.com/sicak-su-kazanlarinin-parcalari-ve-emniyet-elemanlari/#ixzz15eX6jJSK

18 Temmuz 2010

Zaman Yolcusu

Maalesef çok geç keşfettim Ahmet Yeşiltepe'nin Anadolu'daki kültür hazinesini öykülerle anlatan programı Zaman Yolcusu'nu.

Ntvmsnbc'de programın açıklaması ise şu şekilde =>
Ahmet Yeşiltepe’nin hazırlayıp sunduğu, “Zaman Yolcusu”, geçen yıl kaldığı yerden Anadolu’nun dört bir köşesine dağılmış antik yerleşmelerin siluetlerini ekrana taşımaya devam edcek, onların az bilinen ya da unutulmuş öykülerini binlerce yılı aşıp günümüze ulaştıracak. Yeşiltepe, bu yıl geçmişi Anadolu olan ve Türkiye coğrafyasının dışında kalan tarihi mekanları da gezip NTV izleyicisi ile paylaşacak. Anadolu’nun sahip olduğu kültür mirasına yalın, anlaşılır ifade ve görüntülerle bakan “Zaman Yolcusu”, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bir tarihin izlerini umulmadık mekanlarda sürmeye devam edecek. Zaman Yolcusu, her Cumartesi 21:00’da yayınlanacak


Her cumartesi saat 21'de yayınlandığı yazılmış ancak ben pazar 16:10'daki tekrarına denk geldim. Bu haftaki programda konu Kıbrıs'tı ve tahmin ettiğim üzere 99'da katıldığım rehber eşliğindeki turdan çok daha fazlası vardı Kıbrıs'ta.

Aklımda kalanlardan en çarpıcı olanı ve anlatması en basit olanı 'bakır' kelimesinin yabancı dilde karşılığı olan 'copper' in Kıbrıs'ın yabancı dildeki karşılığı olan 'Cyprus'u çağrıştıran bir kelime olmasının bir tesadüf değil; aksine Kıbrıs'ın tarihi boyunca ihraç ettiği bakırdan gelmesiydi. Öyle ki, 2500 yıl boyunca etkinliğini korumuş bir bakır madeni ve devamında ihraç edilmek üzere gemilere yüklemek için kullanılan ve sahile kadar uzanan raylı bir sistemi bugün bile görmek mümkün.

Bakır kelimesinin hikayesini dinledikten sonra daha önce duyduğumu hatırladım ancak Kıbrıs'taki ''Salamis'' yerleşiminin bizim dilimizdeki 'salam' ve yabancılardaki 'salami' sözcüğünün kaynağı olduğunu ilk kez duymuş oldum. O devirlerde salam, kuru yemişlerle doldurulmuş eşek etinin domuz bağırsağı ile sarılıp kurutulmasıyla yapılıyormuş. Kulağa pek hoş gelmese de genel hatlarıyla halen aynı mantıkla üretim yapıldığını da belirtmek lazım.

Birkaç defa yenilenen ve Venedikler zamanında çok güçlü bir hal alan Girne Kalesi ise yine Venedikliler zamanında savunma yapmanın anlamsız olacağı düşünülerek Osmanlı'ya savaşsız teslim edilmiş ve dolayısıyla gücü asla sınanamamış.

Vakti zamanında Kudüs kaptırılınca kaçan din adamlarının da etkisiyle epey bir önem kazanmış Kıbrıs. Öncesinde de Kıbrıs merkezli epey bir hıristiyanlığı yayma çalışması da yapılmış ama çok tanrılı inanç sahipleri Aziz Pavlos(bu da acayip bir adam, yahudiymiş, bakmış baskıyla sindiremeyecek hıristiyanları, Aziz Barnabas'ı kullanarak hıristiyanlığa geçmiş falan filan...) ile fikir ayrılığına düşen Aziz Barnabas'ı haşat etmişler. Daha sonraları Aslan Yürekli Richard'tan adayı satın alan Fransız Luzinyanlar St. Nicholas Katedrali'ni dikmişler ve Osmanlılar gelene kadar 300 yıl boyunca Kudüs Kralı taç giyme törenlerine mekan etmişler. Osmanlılar tüm Kıbrıs'ı ele geçirdikten sonra ancak 11aylık bir kuşatma sonucu bölgeyi ele geçirmiş ve Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa (belki de FSM'yi örnek alarak) katedrali bozmadan, minare dikerek(katedralin yapımında kullanılan malzemeler kullanılarak) ve mimberin duruş yönü gibi ayrıntıları uyarlayarak camiye dönüştürmüş(Ben bu tarz hadiseleri dönemin ruh halini düşünerek çok mantıklı buluyorum Pınar pek bulmasa da). Ayrıca Osmanlılar'ın din özgürlüğü getirmesi de başarılı bulduğum bir diğer husus. Eskiden yönetimde olan elin hıristiyanı izin vermiyor sen müslüman olarak gidip izin veriyorsun, bence takdir edilesi...

2 satır yazmak için giriştim bu yazıya ama yine tutamadım kendimi. Çok da saçma oldu bence program tanıtımı yapmak isterken gidip gezmişim gibi Kıbrıs'ın çok ufak bir kısmını tanıtmak ama içimden geldi, affola :D Arada genel akışı bozmamak uğruna uydurduğum yerler olabilir, ukalalık etmeyin, kibarca uyarın düzelteyim :)

Sonradan Gelen Düzenleme 1: Şuncacık yazı 1 saate mal olmuş...
Sonradan Gelen Düzenleme 2: Eski bölümleri izlemek için

13 Haziran 2010

Birinci Ağızdan Türkiye'nin Doğusu

Hürriyet'te ''Yeter, söz milletin'' isimli bölümde Yalçın Bayer'in yer verdiği doğuda görev yapan bir hekimin anlattıkları:

BURAYA ilk gelince insan önce bir şeyler başarmak istiyor ve bütün olanaklarını zorluyor. Ancak bir süre sonra bütün isteğini kaybedip “Ben burada ne arıyorum?” diye sorgulamaya başlıyor. Malzeme temini yerel firmaların kontrolünde (ki hepsi siyasilerin). Hastane yönetimlerine baskı had safhada. Siyasiler hastane üzerinden resmen devleti soyuyorlar. 1’e mal olanı 4’e satıyorlar.
İnsanlar doktorlara karşı büyük bir öfkeye sahip. Geldiğimden beri darp edilmeyen arkadaşım kalmadı.
Burada halk aşırı şımartılmış. İnsanların işini halletmeyince ya kaymakama gidiyor, ya da “Ben PKK’lıyım, seni vururum” diye tehdit ediliyoruz. Can ve mal güvenliğimiz sıfır. Kimse vergi vermiyor, elektrik-su vb. faturalar ödenmiyor.
Herkese ayda 150 TL çocuk parası (ki çocuk başına), çocuk ultrasonda görüldüğü andan itibaren de mama ve bez parası ödeniyor.
Okula giden her çocuğa devlet harçlık veriyor, harçlık gecikince anneler okulu basıp çocukları okuldan almakla tehdit ediyor.
O çocuklar ne yapıyor peki? Üzerlerinde üniformaları, ellerinde PKK bayrakları ile DTP mitingine gidiyor. Herkese, eksin ya da ekmesin, toprak yardımı yapılıyor (ki zaten kimse ekmiyor ya).
Bu yardımda sadece beyana
bakıyorlar. Adam 5’i 50 yazdırabiliyor. Van’da dağıtılan paraya bakınca, göl bile tarım arazisine sayılsa
az gelir. Her cuma kaymakamlık elden nakdi para dağıtıyor.
Buralarda tek vergi verenler devlet memurları... İnsan içinden ve de dışından lanetler okuyor.


Bu coğrafyada yaşamış veya yakınları olan, bu söylenenlere yorum yapacak var mıdır?

4 Nisan 2010

Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz

Birçok benzeri hikaye duymuşuzdur hepimiz aslında; milletine hizmet aşkıyla yanıp tutuşan, işini önemini benimsemiş, Atatürk'ün çizdiği aydınlık yolda ilerlemek isteyen bir genç gittiği yerde bir devrim yaratır, herkesin salla başı al maaşı havasında olduğu zamanda mevcut olanla yetinmeyip yaptığı işe değer katar, çevresindekilerin sevgisini - ilgisini kazanır ve en büyük hata olan halkının eğitim seviyesini, bilinçlilik düzeyini arttırır ve hop yöneticilerin nefretini kazanır ve ardından bir katakulli ile görevinden alınır.

Sene 2010, okuduğumuz kitap, eğitim seviyemiz, kütüphanelerimize olan ilgi ortada. Şu an bile kitap okuma alışkanlığımız bu kadar düşükken bir de bundan 60 yıl öncesinde, küçük bir kasabanın kimselerin uğramadığı kütüphanesinde görevli olduğunuzu düşünün. Ne yapardınız insalara bu alışkanlığı kazandırabilmek için?

Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz'ün hikayesini okumak ve benimsemek lazım mutlaka...

20 Aralık 2009

Obama'nın Mesajı


Mesaj gayet açık...

Her Yeni Bilgisayar İçin Findowsa Hava Parası Ödeme Devri Sona Erdi

Linux Kullanıcılar Derneği e-posta listesine düşen mesaj

Günümüzde satın alınan bilgisayarların çoğu ile birlikte kullanıcıya
seçenek sunulmadan satılan Microsoft Windows işletim sistemini
istemeyerek, söz konusu işletim sisteminin iadesini isteyen ve iade
talebinin kabul edilmemesi nedeniyle Ankara 1. Tüketici Mahkemesine
başvuruda bulunan Pardus Kullanıcıları Derneği başkanı ve Linux
Kullanıcıları Derneği üyesi Av. Nihad Karslı, 2008 yılında açmış olduğu
davayı, 14 Aralık 2009 saat 10.25'te ilgili mahkemenin ürün ile beraber
alınması zorunlu hale getirilmiş olan Microsoft Windows işletim
sisteminin ederinin faiziyle birlikte iadesine karar vermesiyle
kazanmış oldu.

Ülkemizde ve birçok ülkede her bilgisayar satışıyla beraber bir işletim
sistemi satılıyor ve genelde aynı olan bu işletim sistemlerine lisanslı
olarak zaten sahip olunduğu halde ya da hiç kullanılmadan GNU/Linux,
BSD ve benzeri birçok özgür işletim sistemi kurularak silindiği halde
defalarca para ödemek zorunda kalınılıyor. Özellikle sadece özgür
yazılım kullanan insanların, satın aldıkları bilgisayar ile birlikte
dayatmacı bir üslup ile satılan Windows işletim sistemini bir kez bile
kullanmadan çöpe atıyor olması ve bilgisayarların Windows işletim
sistemi olmadan satın alınmak istenildiğinde, yetkili kişilerin olumsuz
bir şekilde yanıt vermesi uzun zamandır derneğimiz üyeleri başta olmak
üzere birçok bilgisayar kullanıcısının mağduriyetine yol açmaktadır.
Bu hukuksuzluğu durdurmak için derneğimiz üyesi ve Pardus Kullanıcıları
Derneği başkanı Av. Nihad Karslı tarafından dava açılmıştır. Davada
işletim sisteminin bilgisayarın ayrılmaz bir parçası olmadığı ve
tüketicinin tercih etme hakkı olduğunun savunulmuş, dayatılarak satılan
işletim sisteminin ederinin iadesi istenmiştir.

Bu davanın sonucu olarak özgür işletim sistemi kullanıcıları gibi yasal
işletim sistemi lisanslarına sahip kullanıcılar dava açmak yerine,
satıcı firmanın zorluk çıkarması durumunda, mahkemenin verdiği örnek
karar ile tüketici heyetine başvurarak, masrafsız bir şekilde
istemediği işletim sistemini iade ederek ederini geri alabilir. Bu
davanın sonucuyla beraber beklentimiz, özgürlüğünü kullanan bilinçli
bilgisayar kullanıcılarının oluşması, ülkemizde uluslararası firmaların
kendi ülke hukuklarına göre hazırladığı son kullanıcı sözleşmelerinin
değil, Türkiye Cumhuriyeti yasalarının geçerli olduğunun bilinmesidir.